Söz, mirî malıdır. Yani herkes söz söyleme iktidarına sahiptir. Bu konuda kimseye yasak yoktur. Sen söz söyleyebilirsin, sen söyleyemezsin sınırlaması söz konusu değildir. Fakat buna rağmen söz, herkesin ağzında güzellik elbisesini giyinemez. Kendini açık edemez. Seyrana çıkamaz.

Sözün sultanlarından Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde muhtemelen şu kelimeleri halktan kimseler de kullanıyordu: Kelec, söz, pişirmek, iş, sağ…

Konuşmak, yaratılıştan Allah’ın insanlara nasip ettiği muhteşem bir mucizedir. Hem mucize diyorum hem de muhteşem! Esasında her mucize muhteşem değil midir?

Belki de kelimeler, söz sahasına çıkmak için can atıyor da kendilerini yansıtacak uygun mazhar bulamıyor. Zavallı kelimeler! Yunus’u görünce bakın nasıl da dile geliyorlar.

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz

Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Modern zamanlarda her şeyin özgürlüğü, hürriyeti konuşuluyor artık. Herkes konuşuyor, herkes bir şeyler söylüyor. Avam ifadeyle söyleyelim, ağzı olan konuşuyor. Peki herkesin söylediği söz, aynı etkiyi bırakıyor mu? Elbette bırakmıyor. Neden? Niçin etkisi yok? Birileri kelimelerin güçlü olanını seçiyor da birilerine zayıf, güçsüz, kimsesiz, arkası, dayısı olmayan kelimeler mi kalıyor yoksa? Kelimeler için böyle bir şey söz konusu olmadığına göre nedir geçerli sebep? Evet efendim, söz bilenin elinde ve dilinde güzeldir. Yani kelam, âlimde letafet kazanır.

Güzel söylemeyi bilen kişinin açamayacağı kapı olmaz. Asla da söylediğinden dolayı zor duruma düşmez. Güzel söz söylemenin bir diğer önemli özelliği de neyi ne zaman söylemesi gerektiğinin farkında olmaktır. Yine sözün sultanlarından Yunus Emre diyor ki:

Söz ola kese savaşı

Söz ola kese başı

Söz ola ağulu aşı

Bal ile yağ ede bir söz

Cahile düşen, yapması gereken böyle güzel bir sözün altına sahip olduğu kelimeleri koyup yontturmasıdır. Patlıcanı, patatesi pişirmeden yemek nasıl insana lezzet vermiyorsa cahilin ağzından çıkan söz de öyledir. Önce onun bir imbikten geçmesi, pişmesi gerekmektedir. Ağzına her ne gelirse söylemek, sözün değerini düşüreceği gibi o sözün sahibini de aynı akıbete uğratır. Bakın ne diyor Osman Nevres Efendi:

Önün ardın gözet, fikr-i dakik et, onda bir söyle

Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ

Tabii ki sözün en güzelini, kıvamını öz bir şekilde söyleyen ecdâdı, bu asrın insanı anlamakta zorlandığı için ne demeye geldiğini izahta fayda var.

Diyor ki: Sözün önünü ardını gözet, ince düşün, düşündüklerinin onda birini söyle. Değirmen gibi ağzına her geleni öğütüp de söyleme.

Ne hoş ne tatlı ifadeler değil mi? Bu anlamda Yunus’a yine kulak verelim. Sözün övüncü bakalım ne söylüyor?

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini

Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz

İzaha gerek var mı? Ne kadar fasih, ne kadar veciz bir Türkçe ile söylemiş.

Sözün gücünü şu hadisle perçinleyelim ve söze şimdilik mühür vuralım:

“Kim ki Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır konuşsun yahut sussun.”