Değişmenin hangi şiddette olduğunu bilmediğimizden dolayı ona hangi oranda karşı koymamız gerektiğini de maalesef bilmiyoruz. Değişmenin yönünün iyiye mi yoksa mevcut durumdan daha kötüye mi gittiğini el âleme anlatacak müspet kriterlerimiz olmadığından işin fecaati mizah iklimine kadar gidiyor.

Değişim, insanlığın her daim yanında omuz hizası arkadaşlığa mücavir olduğundan beri, ki o dönem Hz. Âdem ile başlamıştır. Modern bilimlerin atalarımızı zorla malum taş devirlerine irca ettikleri bilim dışı safsataları saymazsak buğday işlemeyi güneşin altında talim-i esma ile kuluna öğreten Allah, değişimi de kullarının fıtratına işlemişti. Ne var ki değişim, bizi değiştirmemeliydi. Ancak işler tersine döndü ve Bahaeddin Özkişi, bu “değişim” hadisesini “sokak”a döktü. Biz de “sokakta”kileri toplama cehdine girişeceğiz.

Şöyle diyor: “Değişiklik sokağın alt ucundan, sandıkçıların evi yanından ilk adımını atmıştı.”

Sokakta adlı romanı birkaç yönden incelemek mümkün; ama işin ilginç yönü ONLAR ile başlayan sürecin farkında olmadan topyekün bir yabancılaşmayı netice vermesi. Bu netice, kendiliğinden vukua geleni haklı çıkarmayı başarıyor. Mesela yazar şöyle diyor: “Evler o zamanlar birbirlerine gür asma dallarının yeşil ve kalın kollarıyla sarılıydı.” Peki sonra ne oluyor ki? Bu dalları hor gören mi var? Doğrudan bunu yanlışlayıcı bir tutuma girmek söz konusu değil zaten. Ne var ki kişinin sürüklendiği noktada önünde şu bahaneyi bulması da mukadder gibi görünüyor: “Canım ne yapalım, değişime karşı koymak mümkün olmuyor. Dev apartmanların yükseldiği bu mahallede bizim arsaya kat karşılığı dört daire verdiler. Bizim asmalar da tarihe karıştı.”

Roman adına böyle bir girişi münasip gördükten sonra asıl fasıla mızrap dokunduralım. Bahaeddin Özkişi’nin bu romanı, 1975 yılı “Peyami Safa Roman Yarışması”nda başarı ödülü almış. Konusunu da hızla geçtiğimiz(!) son yüz elli yıldan alıyor. Bir kenar sokak. Aldatılmış insanlık. İnsanın manevi değerlerini yok sayan maddeperestlik. Ve tabii sonuç: çöküntü. Hem maddeten hem manen.

Çok küçük bir yerleşim birliğinde değişimi irdeleyen yazar, geleceğe dönük bir yol haritası verir elimize. Sizden öncekiler, bu sokağın kurtuluşunu Avrupa’da ve Batılılaşma’da aradı. Yazıktır ki Avrupa’yı Avrupa yapan özler, bize çok yabancıydı. Aldık, denedik ve işte böyle olduk. Yani... Yanisi ortada. Eski nerede kaldı? Eski, umulur ki bir gün mutlaka hadım edildiği, bitirildiği, yok oldu sanıldığı yerden neşvünema edecek. Kökü mazide âti olmak, toplumu modernizm denkleminde çağdışı göstermez. Eskiye rağbet olsa bit pazarına rahmet yağardı ifadeleri dama atılalı çok oldu.

Romanda her ne kadar bir cinayet sorgulanıp açıklığa kavuşturulmaya çalışılsa da bence cinayetin hallinden ziyade kahraman “sokak”tır. Öyle ki sokak, bir sindirim organı gibidir. İçindekilerin cinsi, şekli, boyutu ona bir görünüm kazandırır. Bence romanın asıl başarısı bu noktada kendini belli edip adeta sırıtır vaziyettedir. Neden?

Çünkü sadece bir sokakta bunca değişim yanında bir cinayet ve zincir halkası gibi devamı geliyorsa siz dünyadaki bütün sokakları düşünün. Dolayısıyla romandaki hikâye, bir teferruat yığını olmaktan öteye geçemez. Ama yazar, başarıyı bu lafugüzaftan içeri çekip hedefi uygun yerinden nişanlıyor. Milyonları, belki de milyarları içine alan katliamın bir sokaktaki açılımı bu ise varın gerisini siz hayal edin. Sokak ne olacak? Sokak, şeytanın bütün dünyayı saran şerrinden korunmalı. Ama nasıl?

Avrupa medeniyetiyle mi?

Avrupa medeniyeti, er veya geç insanları yok edecek bir hastalıktır, diyor yazar.

İyi de cinayet ne olacak?

Siz, bırakın cinayeti. Sokak elden gidiyor, ondan sonra şehir, en sonunda da memleket. Nasıl kurtulacak?

“Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususi aydınlıkları ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır.” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’a kulak versek kurtarabilir miyiz “Sokakta”kileri? Bence evet. Aslî kimliğimiz bizi sokakta kenetleyecek özelliklere sahip, Avrupa değil.

Önemli olan birazcık “Sokak”ı sevmek.

Sözü bağlayalım.

“Değişme”nin dizginlenemeyen tutkuları, kaynağını inkâra yeltendi. Bu minval üzre sokak ve sokaktakilerin hangi konuma konuşlandırılacağı da halli müşkil bir mesele hâlini aldı. İnsanlık, bir medeniyet teşekkülünü zapturapt altına alırken artık sokağın anası şehir, şehirlinin emri altındaydı. Şimdi... Roller değişti. Artık şehri şehirli değiştiremiyor. Şehir, dizginleri eline aldı ve gelenleri kendine tabi kılmaya başladı. Sokaktakiler ne olacak? Artık ONLAR, banal sayılıyor.

Tamam da sokak ne olacak?

Hangi “sokak”?