VEFATININ BİRİNCİ YIL DÖNÜMÜNDE RAHMETLE ANIYORUZ.

''Atalarımızın destanlarını masal mı sandın?

Onlar bebe uyutmak için değil, adam uyandırmak içindir.'' (Diriliş Ertuğrul Dizisi)

Yukarıdaki alıntı sizi yanıltmasın, masal anlatacak değilim, ancak bir arayıştan bahsedeceğim muhakkaktır. Okurlarımızı Müslüman, Türk aydın ve şairi Sezai KARAKOÇ’un ufuklarında gezdirip, “Masal” diye ifade buyrulan Yedinci Oğul’da sizleri ağırlayacağım. İnşaallah kıssadan hisse almak nasip olur. İktibas ettiğimiz sözden de anlaşıldığı üzere annelerimiz, babaannelerimiz, dedelerimiz, Dede Korkutlarımız bizleri uyutmak için masal anlatmazlar, onlar yeri geldiğinde bir hakikati haykırmak, bazen de naifçe bizlere fısıldamak üzere masal anlatırlar… Anlatırlar ki uyurken dahi uyanık kalalım, uyanalım! Bugün belki de her zamankinden daha çok uyanık kalmaya mecburuz.

İşte Sezai KARAKOÇ üstadımız da “Masal” şiiri ile bizi uyanık tutmaya, uyandırmaya çalışıyor; şairce bir üslupla bizleri hakikate davet ediyor. Ne mutlu ki Malcom X’in Bütün Uyuyanları Uyandırmaya Bir Tek Uyanık Yeter.” sözü kulaklarımızda çınlıyor. İyi ki KARAKOÇ var, KARAKOÇ gibiler var. İşte bizleri o derin uykudan uyandıracak “Masal” şiiri üzerine birkaç kelam…

Merhum Sezai KARAKOÇ üstad, bu şiirinde bir babanın yedi oğlunun hikâyesini bizlere anlatır. Yedi oğluna da bel bağlamış, güvenmiş bir baba… Kaybettiklerini Batı’da arayan, bulacağını sanan Yedi Oğul! Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ındaki Aşk’ın Hüsn için diyar-ı kalbe doğru yol alması gibi… İnsanın aslını başka yerde araması gibi… Hâlbuki hakikat, insana çok yakındır; kendisi gibi, özü gibi… Şiirdeki baba temsilidir, baba Tanzimat yıllarından belki daha öteden beri kendi benliğini, kişiliğini ve karakterini arayan milletimizin, devletimizin ta kendisidir.

Şiir, “Doğu’da bir baba vardı / Batı gelmeden önce / Onun oğulları Batı’ya vardı” ifadesiyle başlar ki bu bir münasebetin başlangıcına işaret etmektedir. Kendisini daha çok coğrafî olarak gösteren Batı’ya olan bu akış, Tanzimat’la birlikte fikri plana kaymaya başlar. Bu fikri plan zamanla toplumda şiddetli kırılmalara ve buhranlara neden olur. Bu sefer de bu kırılma ve buhranlara çözüm için gidilir Batı’ya, en Batı’ya… Ancak yol yanlış olduğu için hiçbir metot da sorunu kökten çözemez ve arayış devam eder gider… Masal şiirinde de bu hal somut bir şekilde ortaya koyulur…

            Birinci oğul Batı’da büyük tören ve şölenlerle karşılanır. Babası adına nutuklar atılır, kuş tüyü yataklarda ağırlanır, ancak şafak atmaya yakın birinci oğul öldürülür ve kimseciklerin bilmediği bir yere gömülür. Baba, Doğu’nun bilge insanıdır ki oğlunun öldüğünü anlar.

            Baba öc alsın diye ikinci oğlunu uğurlar Batı’ya. Birinci oğlun kayma noktası itibarken, ikinci oğlun imtihanı veyahut kayma noktası da bir kadındır. Kadının fiziksel yeterlilikleri zikredilirken, onun iç dünyasına dair hiçbir nitelik yer almaz şiirde. Bu durum Batı’nın kadına bakışının bir yansımasıdır. Şairin “Bir kadını al onu yont yont anne olsun / Her kadın acıma anıtı bir anne olsun” yaklaşımına taban tabana zıt olan bu durum Batı’nın para için her şey mübahtır anlayışından başka bir şey değildir. İkinci oğlun da akıbeti, hüzün vericidir.

            Sıra üçüncü oğuldadır, baba bu kez onu gönderir, ağabeyini bulsun diye… Üçüncü oğul, zorlu bir hayattan sonra iş sahibi, patron olur. Kardeşini aramayı ihmal eder. Kendisini paranın verdiği şöhretin kıskacında kaybeder. Patron da olsa hâlâ uşak kalır. Üçüncü oğlun hayattaki duruşunda, fikir ve aksiyonlarında maddiyat mühim bir yer tutar. Hedefe ulaşmada bir vasıta, araç kimliğindeki maddî unsurlar, hedefin kendisi olmaya başlayınca her şey ters yüz olur ve o da kaybolur gider.

            Dördüncü oğul; okur, bilgin olur. Gerçek uygarlığı buldum zannıyla batılılaşır gider. Kendi değerlerini günü geçmiş köhne bir medeniyetin parçaları olarak gören dördüncü oğul da kaybedeni olur bu yolculuğun. Fakat buradaki bilgi İslâm’ın teşvik ettiği, insanın bu dünyadaki gaye ve vazifelerini idrak etmesine vesile olan bilgiden oldukça farklıdır. Bu bilgi, İlahî olanı reddetme üzerine bina edilen pozitivizmdir. O yüzdendir ki Batılılar, onu alkışlar. Zira Batı’nın silahıyla, topuyla, tüfeğiyle gelmesine gerek yoktur; kendisine benzetse yeter.

            Babanın dördüncü oğlunu da kaybettiğini hissetmesinden dolayıdır ki beşinci ve altıncı oğul da Batı’ya gider. Beşinci oğul, babasının git demesine lüzum kalmadan kendisini Batı’da bulur. Şair olur, şiirler söyler. Altıncı oğul, daha Batı kapısında görünür görünmez alışır Batı’nın alışkanlıklarına. İçkiler içer, ayyaş olup sokaklarda gezer ve bir gün sokaklarda, karanlık sokaklarda kaybolur gider.

Şiirde her bir oğulla bir kayma noktası işaretlenir. İnsanın zayıf yanları, Batı’nın, Doğu insanının ruhuna sızma yolları gösterilir. Şiirde dikkati çeken en önemli şey, kendine has değerlerden uzaklaşan bütün oğulların asıllarından uzaklaşmalarıdır. Karakoç’a göre, Batı karşısında ayakta kalmanın en temel şartlarından biri, kendi değerlerinden kopmamak ve onlara sıkı sıkıya bağlı kalmaktır.

            Ve altı evladının acısına dayanamayan baba ölür. Yedinci Oğul’dadır sıra… İyi yetişmiştir Yedinci Oğul, tabiatın ve eşyanın sırrını haizdir. Bir şafak vakti Batı’ya ulaşır ve Batı kentinin büyük bir meydanında dua eder, Batı beni değiştiremesin diye. Ardından bir ilhamla durduğu yeri oymaya başlar ve kendini bu çukura gömer. Doğulu olarak ölmek istiyorum, diye haykırır. Yedinci Oğul, Batı’nın hilelerine karşı zırha bürünmüştür. Onu aldatamazlar, bir doğulu gibi nurdan sütuna dönüşür, o koskoca meydanda. Çıkaramazlar, ne yapsalar onu. Yedinci oğulla babası arasında önemli bir paralellik vardır. O da babası gibi kâinat kitabını okumuştur. Bu durum şiirde “Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara / Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda / Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda” mısraıyla verilir.

 

            Birinci oğlun ardından bütün oğulların Batı’ya varması / gitmesi Karakoç’un, başka medeniyetlerle karşılaşmayı hayatın vazgeçilmezlerinden biri olarak görmesinden ileri gelir. Zira Sezai KARAKOÇ, “Şeytansız insan düşünülemediği gibi, başka uygarlıkların soluğuyla karşılaşmayan medeniyet de düşünülemez.” der. Onun için ideal olan; karşılaşma anında özünü koruyabilmek, sürçme zamanlarında tövbe edip öze dönebilmek veya düşüş olduğunda, bizzat düşüşün yaşandığı yerde tekrar ayağa kalkma iradesini gösterebilmektir.

            Yedinci oğul bir diriliş eridir. O, Doğu’nun birikimlerine vakıf olduğu gibi, Batı’nın planlarını ve sinsi yönlerini de bilmekte ve ona göre bir irade ortaya koymaktadır. Kardeşlerinin düştüğü değişim hevesinin ruha sahte ilâhlar kazandırdığının farkında olan Yedinci Oğul, Batı’ya karşı başlattığı mücadelede, kendine yardımcı olsun diye Allah’a dua eder ve sadece Yaratıcı’ya sığınır. Bu hâl Yedinci Oğul’un ruhen hür olduğunu gösterir; çünkü “metafizik özgürlük, Allah’tan başka güç tanımama demektir. O’na teslim oluş, fani olana teslimiyetin sona erişi demektir. Yedinci Oğul’un Batı’nın kendisini değiştirmesin diye yarı beline kadar çukura girmesi, davası uğruna kendisini feda edişin bir örneğidir. Davası olan hiç ölür mü?  Elbette ki ölmez.

Şiirin baş tarafında birinci oğlun yaşadığı değişim menfi yöndeyken, yedinci oğlun değişime karşı dik duruşu müspet yöndedir. Bu durum, masallardaki ‘uyandırılan prenses’ sembolünü hatırlatır. Bizi derin uykulardan uyaran Yedinci Oğul’lara selam olsun… Bu yazı vesilesiyle 16 Kasım 2021’de vefat eden mütefekkir şair Sezai KARAKOÇ’a Allah’tan (c.c) rahmet dileriz.