Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl 
Başını taştan taşa urup gezer âvâre su

Fuzuli, 16.yy

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)


 Aşk ve ölüm… Tarih kadar eski, bir çiçek kadar taze iki duygu… Her birine dair bin bir geçmişi var, insanoğlunun Habil’den, Kabil’den beri. 


Nice sevgi, nice aşk hikâyeleri var, insanlık tarihinde... Kimi vuslatla, kimi hüsranla, kimi de yarım kalmışlıkla nihayet bulan aşklar… Leyla ile Mecnun, Hüsrev ü Şirin, Vamık u Azra; Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre… Hepsi aşk denilen iksirden zuhur eden hikâyeler değil mi?

İster mecazi, ister beşeri olsun aşk, sevi adı verilen serencamın Yusuf u Züleyha’sıdır gül ve bülbül. Demek ki aşk sadece insana hapsedilecek, sadece onun gönlünde inkişaf edecek bir duygu değil. Yılın belirli zamanlarında havaya, suya, toprağa düştü diye ifade edilen “Cemre”; bir sevgiliyi istikbale çıkar gibi süslenen, bezenen ağaçlar, dağlar, bayırlar; her sabah –bir güneşlik ömürleri dahi olsa- bunu göze alıp güle düşen çiğ taneleri; ışığın etrafında cezbeye gelip dönüp dönüp aşkta yok olan pervaneler; bazen coşkun ve hırçın bazen menderes şekliyle uysal ve durgun sevgiliye koşan dereler, ırmaklar aşk üzere değil de nedir? Elbette aşk üzeredir. Kelkit ve Yeşilırmak’ın aşkı gibi, hemen gözlerimizin önünde, yanı başımızda duran bir aşk.

Bu aşk, Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinden adını alan Kelkit çayı ile Sivas ilimizin Kösedağ bölgesinden doğan Yeşilırmak’ın aşkıdır. Kelkit, Ferhat’a özenmiş, ondan el almış olsa gerek ki dağları yırtarak, engin vadileri geçerek Niksar ovasına ulaşır. Yeşilin bin bir rengini Niksar’a bahşettikten sonra ilçemize değin yolculuğuna devam eder. Erbaa ovasına hayat verir, bereket katar; biraz daha uslanmış, aklını başına almış haliyle sevgilisini bekleyen bir âşık gibi Kale köyüne varır.

Yeşilırmak ise Sivas ilinin bozkırında ilerlerken etrafına can verir, çöldeki vahalar gibi hayat bahşeder geçtiği yerlere… Tokat’a ulaştığında önce önünü keserler, aşk yolculuğunu uzatırlar Almus’ta… Kim bilir Yusuf gibi hapsolmuş şekilde sabırla bekler gelecek anı . Yusuf’un zindandan çıkıp Mısır’a hizmet ettiği gibi ülkemizin birçok yöresine hizmet eder… Elektrik olup evlerimize, barklarımıza, sokaklarımıza misafir olur. Ve nihayetinde biter bu çilekeş intizar… Tekrar heybesini alıp çıkar yoluna… Kazova’yı sular boydan boya, yüksünmeden, üşenmeden… Hemen yolunun üstünde gerçek aşkın memleketi, Ferhat ve Şirin’in diyarı Amasya’ya ulaşır… Sağına soluna güzel manzaralar serpiştirerek devam eder aşk yolculuğuna ve Taşova’dan sonra sevgili görünür artık… Uzaktan da olsa görünür olmuştur Kale köyü ve Boğazkesen köprüsü…


Kale köyü Boğazkesen Köprüsü’nün ayaklarında bir düğün kurulur, iki aşığın burada biter özlemi, hasreti, gamı, kederi… Bu sevinçle omuz verirler birbirlerine; daha güçlü, daha gür akıp dururlar… Biter mi aşk yolculuğu azizim, âşık derviş misali yolda gerek… 


Hadi uyanalım dostlar, bir başka nazarla bakalım etrafımıza… Kale yolundaki çınarlara; Boğazkesen’e; Yeşilırmak ve Kelkit’e… Bitmesin aşklarımız, tükenmesin sevdalarımız…