Akdeniz Üniversitesi'nden Doç. Dr. Nusret Demir'in yürüttüğü çalışmaya göre, kentteki tarım arazilerinde yılda ortalama 2 santimetrelik zemin çökmesi yaşanıyor. Bu durumun başlıca nedenleri arasında iklim değişikliği ve yer altı su kaynaklarının yoğun kullanımı gösteriliyor.

Fen Fakültesi Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Nusret Demir, yumuşak zemine sahip tarım arazilerinde belirgin seviyede çökme meydana geldiğini ve bu durumun büyük ölçüde insan kaynaklı çevresel etmenlerden beslendiğini belirtti. Demir, elde edilen radar verilerinin kent genelinde riskli bölgelerin haritalandırılmasına da olanak sağladığını ifade etti.
Depremden Önce Su ve Toprak Sorunu

Türkiye’nin deprem kuşağında yer aldığını hatırlatan Demir, artık sadece fay hatlarına odaklanmak yerine, mevcut yapı stokunun ve iklim kaynaklı risklerin daha derinlemesine ele alınması gerektiğini vurguladı. "Yaptığımız ölçümler, depremle birlikte başka sorunların da kapıda olduğunu gösteriyor," diyen Demir, özellikle Antalya'nın kuzeyindeki tarım alanlarında çökmenin belirgin şekilde hissedildiğini söyledi.
Ayrıca, orman yangınlarının etkilediği bölgelerde biyokütle kaybına bağlı olarak da yükseklik azalması gözlemlendi. Demir, iklim değişikliğine dair Avrupa Uzay Ajansı’nın verilerinin de, bölgedeki yüksek sıcaklık eğilimlerini doğruladığını belirterek, su kıtlığı ve kuraklık gibi tehditlerin giderek daha görünür hale geldiğine dikkat çekti.
Tarım Arazileri ve Yumuşak Zemin Riski
Antalya’nın verimli toprakları, aynı zamanda ciddi riskleri de barındırıyor. Demir, tarım yapılan bölgelerin gevşek zemin yapısından dolayı sismik dalgaları daha şiddetli şekilde ilettiğini ve bu durumun yapılaşma açısından büyük tehlike oluşturduğunu ifade etti. Tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması durumunda olası bir depremde hasarın katlanabileceği uyarısında bulundu.
"Dalgalı Deniz ve Sağlam Gemi" Benzetmesi
Depremi bir tür dalgalı denize benzeten Demir, binaların bu dalgalara dayanacak şekilde inşa edilmesinin önemine işaret etti. Yönetmeliklere uygun ve sağlam yapıların, olası afetlerde can kaybını azaltabileceğini belirtti. Japonya’nın uzun yıllardır bu yaklaşımla ilerlediğini örnek vererek, "Deprem geldiğinde geminiz güçlü değilse, o denizde ayakta kalamazsınız," ifadelerini kullandı.
İstanbul ve Marmara’da da Risk Analizleri Sürüyor
Antalya’daki çalışmaların yanı sıra İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikte yürüttükleri TÜBİTAK destekli projeye de değinen Demir, özellikle Kartal ilçesi üzerine odaklandıklarını belirtti. Ayrıca, ABD merkezli bir firmaya verdikleri danışmanlık kapsamında Marmara Bölgesi’ne dair radar analizleri gerçekleştirdiklerini aktardı.
Demir’e göre, Marmara Fayı yılda yaklaşık 2,5 santimetrelik bir kayma hızına sahip. İstanbul’un bu fay hattına 15 kilometrelik bir mesafede yer aldığını ifade eden Demir, yapılaşma geçmişi nedeniyle kentin deprem karşısında savunmasız olduğunu söyledi. 23 Nisan 2025’te meydana gelen ve Tekirdağ ile İstanbul’da hissedilen depremin ardından sismik hareketliliğin devam ettiğini vurgulayan Demir, erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi ve yapı stokunun yenilenmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etti. ABD’de görev yapan Jeofizik Yüksek Mühendisi Volkan Sevilgen’in değerlendirmesine de yer veren Demir, Marmara Bölgesi’nde sismik hareketliliğin sürdüğünü ve bu durumun ciddiyetle ele alınması gerektiğini belirtti.




